Bu Blogda Ara

25 Ağustos 2023 Cuma

 

SU ÜZERİNE OYNANAN OYUNLAR

Dünyada su asla yok olmaz, varda olmaz, Bu her bakımdan kanıtlanmış bir gerçektir.

Yok iklim kriziymiş, yok dünyada su kalmayacakmış bunlar devletlerin yöneticilerinin beceriksizliklerinin gizlemek, ilgi odaklarını başka elde olmayan noktalara çekmek için uydurulmuş senaryolardır.

Yok sifonun içine su dolu bir şişe koyacakmışsın, yok arabanı yıkamayacakmışsın, bahçeni, çiçeklerini sulamayacakmışın gibi ilgiyi başka yerlere çekmeye yönelik öneriler TV’lerde her gün karşımıza çıkmaktadır. Bura da sorulması gerekenler esasında

1-Yağmur sularını neden toplayamıyoruz? Her yağmurdan sonra sel basmalar, yollardan denize akan suları neden toplayamıyoruz? Cevap esasında çok basit, Devletleri yönetenler bunu görmezden gelerek mesuliyeti önce yüce Allaha sonra da vatandaşlara yüklemeye çalışmaktadırlar. Yok mevsim kurak geçiyormuş, çok su kullanıyormuşuz gibi nedenlere bağlamaya çalışmaktadırlar. Oysa bu sorun devletlerin yöneticilerindedir. Gelişmiş ülkelere de su tüketimi refahın, temizliğin ve gelişmişliğin göstergesidir.

Yüce Allah dünya düzenini kurarken muhteşem bir arıtma düzeni de kurmuştur. Yapılması gereken bu düzeni korumak ve değişen şartlara göre de geliştirmektir.

Gelişmiş ülkeler su sorunu yaşamamaktadır. Onlar evsel atıkları arıtma, geri kazanma ve suyu suni göllerde biriktirerek ülke çapında bir elektrik enerjisinin dağıtımı gibi bir sistemle ülkenin ihtiyaç duyulan her yerine ulaştırabilmektedirler. Şöyle düşünmek gerekir. Aynı iklim kuşağında olan gelişmiş ülkeler nasıl hem tarımlarını hem de evsel hem de sanayi su ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlar?

Dünyanın kendi arıtma sistemin de denizlerden, göllerden, nehirlerden hatta topraktan buharlaşan sular yağmur ve kar şeklinde saf su olarak tekrar yeryüzüne dönmektedir. Bizler ormanları yok ederek, aşırı merkezi yapılaşmalar ile hava akımlarına mâni olarak esasında bize yağması gereken yağmurları, karları başka ülkelere ellerimizle gönderiyoruz. Aynı basit kandırmacayı ‘’Neymiş hamsi Gürcistan’a kaçıyormuş’’ Oysa Gürcistan ekonomik olarak ve balık neslini koruyarak avlandığından orada balık bol oluyor. Bizde balıkçıya gittiğinde parmak kadar hamsileri, istavritleri vs. görürsünüz. Marmara gibi bir iç deniz sayılabilecek denizimizde dev gemiler ile adeta Marmara’yı süzercesine avlanmalar sonucu balık neslini bitiriyoruz, Su için de öyle. Kullandığımız suyu kendi uydurduğumuz bir yöntemler ile ‘’ topla, karıştır, uyduruk bir dezenfektasyonla derin deşarj dediğimiz deniz dibi akıntılarına yolla. Bu hem suyu geri kazanmaya mâni oluyor hem de denizlerin ve doğanın yapısını giderek bozmaktadır.

Diye bilirsiniz ki işediğim, tuvalette kullandığım suyu mu kullanacağız? Evet, şu anda kullandığınız suda aynı şekilde evlerinize hatta memba suyu olarak içme suyu olarak gelmektedir. Dünyanın arıtma sistemi de böyle çalışmaktadır. Tek yapılması gereken şehirlerde atık toplama sistemi oluşturmak, arıtma merkezleri oluşturmak, biyolojik arıtma ile suyu geri kazanmak, arta kalan katı aktif çamurları gübre olarak tarımda ve sanayi de kullanıma sunmaktır. Gelişmiş ülkelerde özel sektör ve belediyeler bunlardan para kazanmaktadır. Tabii bununla bitmiyor. Geri kazanılan suların oluşturulan suni göllerde biriktirilerek ihtiyaç fazlasının tarımda kullanılması sağlanmalıdır. Alt yapı düzenlenmeleri ile yağmur, kar sularının da kayıpsız toplanması bir şehircilik gereğidir. Katı atıkların toplanma sistemleri ile bu yağmur ve kar sularının mümkün olduğunca temiz bir şekilde toplanması da bir kültür meselesidir. Evlerde, okullarda sosyal medyada halkın bilinçlendirilmesi gerekir (yerlere tükürülmemesi, sümkürülmemesi, rast gele çöp atılmaması gibi).

Su hayattır. Akan su kir tutmaz, gibi halk tabirlerine bilimsel yaklaşımlarla ne kadar yanlış olduğu anlatılmalıdır.

SUYU BOL KULLANABİLME HALKIN DEĞİL DEVLETLERİN GÖREVİDİR. BU GÖREVDEN KAÇMAK GELECEĞİ YOK ETMEKTİR. DEVLETLER ATIK SU ARITMALARILARINI DESTEKLEMEK HATTA YAPMAK ZORUNDADIR.

DEVLETLER UYDURMA SU AZALIYOR, YAKINDA SU SAVAŞLARI ÇIKACAK GİBİ VARSAYIMLAR İLE BU GÖREVLERİNDEN KAÇAMAZLAR.

DÜNYADA SU AZALMAZ. DÜNYA KURULDUĞINDAN BU YANA SU MİKTARI HİÇ DEĞİŞMEMİŞTİR. TEMİZ SU İLE KİRLİ SU ARASINDA Kİ ORAN DEĞİŞMEKTEDİR. BUNUN İÇİNDE KİRLETTİĞİMİZ SULARI ARITMALI VE BU DENGEYİ TEMİZ SU LEHİNE DEĞİŞTİRMEK ZORUNAYIZ.

 

24 Aralık 2020 Perşembe

SUÇ, CEZA VE ADALET

 Şimdi bir adam bir kadını akıl almaz işkenceler ve sonunda ölümüne neden oluyor. Bunu sosyal medyada yayınlıyor ama ortada kesin bir kanıt yok ama hemen hemen tüm Türkiye onun bir katil olduğuna inanıyor.

Ne olacak şimdi. ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası veremediğine göre ona ömür boyu tutuklu yargılanma gibi bir usulle cezalandırabilecekmiyiz? İşte soru budur.
Ömür boyu tutukluluk diye bir adalet olur mu?
Bir insan suçluysa delilleri toplanır, adaletin karşısına çıkarılır ve cezası ne ise o uygulanır. Bu Ahmet içinde, Mehmet için de, Diğer tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için aynıdır.
Birisini önce tutuklayıp sonra elbet bir kaç delil buluruz diye o kişiyi süresiz hapiste tutmak adaleti aramak değil adaleti kullanmak olarak nitelendirilir.
Böyle bir uygulama bir kaç kişinin garezi olduğu bir veya bir kaç kişiye iftira ederek onu böyle bir süresiz tutukluluk cezasına mahkum ettirebilir. Yasalarda Tutukluluk, suçun delillerinin karartılmasına karşın o delillerin toplanması ve/veya birey veya bireylerin kaçma, yok olma, yok edilme gibi durumlarda olması halinde korunması amaçlı kişi ve kişilerin mümkün olan en süre için göz altında bulunmasını sağlama içindir. Bunun dışında yargılanma süresince zanlıların kontrolü için imza verme, elektronik kelepçe gibi uygulamalar vardır.
Bu bir siyasi konu değildir ve kesinlikle bir kişiyi veya bir gurup kişi için böyle değildir. Bu herkes için geçerli en temel adalet şartıdır. Adalet sisteminde en önemli konu suçun kesin sınırlar ile tarifidir. Bu böyle olunca Adaleti uygulamada hem hızlı hem de kolay ve adil olur. Örneğin:
Terör nedir
terörist kimdir
kötü katil (iyi hal indirimi almamış katil)
iyi katil kimdir (iyi hal indirimi almış katildir)
İnsana şiddet nedir? ( kadına şiddetin ne kadarı erkeğin hakkıdır)
Daha bunun gibi bir çok husus...
Halkın adalete karşı güven ve huzuru bu şekilde suçun ve suça karşılık cezanın adil bir şekilde verilmesi ve uygulamasıdır. Yoksa bir kaç kişinin kamu oyu yaratma çabası olamaz.

17 Ekim 2020 Cumartesi

Ne mi düşünüyorum?

 Ne mi düşünüyorum? Her gün haberleri izlemeye başladığımda devletin en başında ki tam yetkili ağızlardan başlamak üzere diğer yetkililerin ben dahil yaklaşık nereden baksanız %40 seçmenin terörist, fetöcü, PKK lı olmamızla suçlandığımızı duyuyorum. Bu konuşma üslubundan bence derhal vazgeçilmelidir.

İnsanların suç örgütünden oldukları veya olmadıklarının kararını yalınız ve yalınız adalet sistemi verebilir ve bunun için de yasalarda söz konusu cezaları uygular. Devletin, özelliklede tam yetkilerinin kendilerini adaletin karar mekanizması gibi görmeleri ve hüküm vermeleri son derece antidemokratik ve tehlikeli bir kümeleşmelere neden olacak sonuçlar ortaya çıkarabilir. Yine aynı şekilde yasalarla kurulmuş, seçimlere girmiş, az veya çok oy almış siyasi partiler içinde geçerlidir. Bir parti hakkında yasaların yapması gereken işlemleri, her türlü delil topla yetkisi olan devletin başındakilerin bunlar ellerinde olmasına rağmen bunu adalete teslim etme yerine suçlamalarda bulunmak hem devlet yönetmenin ciddiyetine, hem de görevlerini yapmama anlamına gelir. PKK gibi bir terör örgütü ile organik bağları ve devamı konusunda konuşmalara konu olan suçlamalar için adalet mekanizmalarını derhal harekete geçirmek gerekir. Bunun içinde önce tüm yasal delillerin önce toplanması sonra adaletin harekete geçmesi gerekir. Hiç kimse veya gurup Türkiye'nin genel menfaatlerinin aksine kaba kuvvetle karşı çıkamaz ve bu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım diyen her bir ferdinin ortak görüşüdür.
Lütfen, adaleti, adaletin gerektiği gibi çalışmasına, insanların düşüncelerini açık açık korkmadan paylaşabilmesine ve bunların karşısına yine düşünce ürünleri ile çıkılmasına izin verin ki insanlar asgari ortak tabanlarda buluşabilsin, konuşabilsin anlaşabilsin. Devlet düşüncelerini kaba kuvvetle kabul ettirmeye çalışanlarla mücadele etsin. Farklı düşünmek yanlış düşünmek değildir. Ortada bir yanlış varsa bunu ortaya çıkarmak, doğruyu bulmak için insanlar düşüncelerini güvenle ve açıklıkla tartışabilmelidir ki yanlışlar doğru gibi kalmasın.
Bir kez daha ifade etmek isterim ki ağzımızdan çıkan sözler için çok düşünmemiz ve suçlamak değil aydınlatmak, düzeltme önerileri, araştırarak maddi delilleri ile ortaya koymak zorundayız.
Tüm dünyanın bize karşı olduğu bir dönemde, her zamankinden çok daha fazla farklı düşünsek bile konuşabildiğimiz, amacımızın doğruyu bulmak olması gerektiği zamanlardan geçmekteyiz ve önümüzde çok daha fazla dikenli yollar bulunmaktadır. Bir birimize düşman olmak değil, özgür düşüncelerimizle destek olmak gereği vardır. Eğitimde, sanayide, tarımda devletimiz elek gibi değerli genç bilim insanlarımızı ayırıp yurt dışın da güçlerini kullanmalarına imkan sağlamak yerine onlardan yurt içinde bu başarılarını göstermelerine ve ülkemize katkı sağlamalarına imkan tanımamız gerekmektedir. Unutmayalım ki buna bu gün başlasak meyvelerini ancak 5-10 sene sonra toplamaya başlayabiliriz. Offf, yine başım ağrımaya başladı bana şimdilik müsaade.
Saygılarımla
Hasan Arsan

26 Ağustos 2020 Çarşamba

 BİR ATATÜRK VARDI.


Bir insan düşünün Arabistan da çok zor şartlarda savaşmış, Çanakkale savaşlarında mucizeler yaratmış yorgun ve rahatsız çünkü ülkenin gittiği yolu görüyor ve o çıkmazdan kurtulmanın yollarını arıyor. Rahat içinde yaşamak dururken sonucu bir mucizeye bağlı vatanı kurtarma mücadelesi için kolları sıvamış ve tüm kazançlarından hatta hayatından bile vazgeçerek Samsun'a çıkarak milli mücadeleyi başlatmıştır. Tüm yokluk, yorgunluk ve sorunlarla mücadele ederek muhteşem bir zafer kazanmıştır.

 Şimdi tüm bunlardan sonra bu zafer kazanmış, yeni bir Cumhuriyet kurmuş olan adamın artık bütün bu başarılarının tadını çıkarmak dururken neden sanayi devrimi, harf devrimi, kıyafet sanayi devrimi, sağlık devrimi gibi çağın ötesinde devrimler ile yoluna devam etti acaba.

Burada şuna dikkat etmek gerekir. Mustafa Kemal Arabistan'da savaşmış ve Arap milletinin dönekliğini, paraya olan aşırı tutkularını, bencil ve güçlünün zayıfı acımasızca sömürdüğü düzeni yakından yaşamıştır. Arap kültürünün çağın gerisinde kaldığını ve çağı yakalamasının da mümkün olmadığını anlamıştır. Emperyalist ülkelerin nasıl böyle ülkeleri sömürdüğünü, kullandığına şahit olmuştur.

Mustafa Kemal daha sonra Avrupa'da muhtelif başkentlerde askeri ateşe olarak görev almış ve yükselen Avrupa kültürünü izlemiştir. Bilim, sanat ve devlet yönetimlerinde ki yaptıkları devrimlere hayran kalmıştır. Avrupa’nın Orta Çağın o karanlık, cadı diye engizisyonlar da suçsuz insanları yaktıkları zamanlarından nasıl teknoloji devrimleri, siyasi devrimleri, hukuki devrimleri yapabildiklerini inceledi.

Kurduğu yeni Türkiye Cumhuriyeti için Arap kültürü ile hiç bir yere varamayacağını, onun yerine yükselen Avrupa medeniyetini vatanı kurtaran ülkenin bireylerinin kendi değerlerini kaybetmeden yapmalarının başka bir çözümü yoktu. İşte bu nedenle Atatürk devrimlerine başladı. İstiklal savaşını kazanmasında ona tam destek veren silah arkadaşlarının çok iyi asker olmakla onun vizyonuna ulaşmaları mümkün değildi. O nedenle doğrudan milletine başvurdu. Amacı kendinden sonra yüzlerce, binlerce hatta on binlerce Atatürk geride bırakmaktı. Atatürk kendi kendini Atatürk yapmıştı. İnanıyordu ki Yeni Türk gençliği de kendilerini onun başlattığı devrimler ile kızlı erkekli Atatürkler yaratabilirlerdi. Onun için EY TÜRK GENÇLİĞİ diye başlayan nutuk ile Türkiye Cumhuriyetini  yeni Türk gençliğine emanet etmişti. O son nefesine kadar üzerine düşenin çok çok fazlasını başarabildi. Şimdi ondan sonra neler oldu bir bakalım.

Ondan sonra onun yerine geçen İsmet İnönü çok başarılı bir askerdi ama o kadar. Buna rağmen Atatürk'ün yolunda gitmek yerine onun yerine geçmeyi tercih etti. Oysa Atatürk’ün hiçbir devriminde İsmet Paşa yoktu. İsmet Paşa Atatürk’ü anlayabilecek bir birikime sahip değildi. Çok iyi bir askerdi, Sevr den sonra Mondros da Atatürk’ün yönetiminde harikalar yaratmıştır.

Atatürk’ün vefatı ile Mareşal Fevzi Çakmağın zorlaması ile Atatürk’ün yerine Reisicumhur seçilmiştir. Maalesef ne ekonomik, ne sosyal nede sanayi devrimleri devam edebildi. 2. Dünya Savaşında Türkiye Cumhuriyetinin savaşa girmemesi için atılım halinde ki Türkiye Cumhuriyeti durma noktasına gelmiştir. Atatürk’ün on binlerce Atatürk yetiştirme atağı bir anda tersine dönmüş ve cehalet, yobazlık istediği alanları bol bol bulmuştur. Atatürk’ün Türk gençliğine emanet etmesi yerine Türkiye Cumhuriyeti Askeri güçlere emanet edilmiştir. Askerlikte önemli olan disiplin, emre uyma ve güçtür. Bunun devlet idaresine yansıması her ne kadar bir istikrar sağlar görünmesine rağmen devlet yönetimine zararlı sonuçlar doğurmuştur. Atatürk’ün emanet ettiği Türk gençliğini pasife edilmiş, farklı yönlerde dağılmalarına neden olunmuştur. Kimi amaçsızca Avrupa’yı şeklen kopya etmeyi tercih ederken, diğer kısımlar yenidünyada oluşan siyasi etkileşmelere yönelmiştir. Atatürk’ün “ne mutlu Türküm diyene” diye hedef gösterdiği milli birlik bozulmuş, devrimlerin amaçları unutulmuştur. Atatürk artık heykel yapmak, “Atam izindeyiz, Atam sen kalk da ben yatam ” sloganları ile sınırlı kalmıştı. Meydan boşalmış aktif guruplar ile daha en başında İstiklal Savaşına karşı yobazların yönettiği hilafet ve dinin siyasette hükmettiği düzen arayışları ve durumları sessizce güçlenmeye başlamıştır. Köy Enstitülerinin kapanması ile halka inmiş ve ona faydalı, onu yükselten eğitim sistemi tam tersine çevrilmiştir. İşe yaramayan, uygulamasız, üretimden uzak, erişilmesi zor, ezbere dayalı bir eğitim sistemime dönmüştür. Buda halkın kolay ulaşabileceği ve ona yakın üretime yönelik olan eğitim sistemleri yerini kontrolsüz bir eğitim sistemi yayılmasına  bırakmıştır. Buda Türkiye Cumhuriyetini Gelişen Avrupa’dan uzaklaştırıp, petrol sayesinde saltanat süren, çağdaş eğitimden uzak Araplara yaklaştırmaya başlamıştır. Böylece Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ün çağdaş, güçlü, egemen olma hedeflerinden uzaklaştırılmıştır. Geriye sade “EY TÜRK GENÇLİĞİ” ifadesi kalmıştır.

Atatürk’ün tek bir devrimi vardı. Tüm diğer devrimlerinin hepsi bu tek devrim içindi o da “ YÜZ BİNLERCE GENÇ ATATÜRK YETİŞMESİNİ VE ONLARIN TÜRKİYE CUMHURİYETİNE SAHİP ÇIKMASIYDI”


26 Temmuz 2020 Pazar

Ahmet Haşim'in 1919 Anadolu'sunun İçler Acısı Halini Anlattığı Mektubu

ÜZÜCÜ AMA GERÇEK. ÜLKENİN 1/4 Ü ŞAŞA İÇİNDE YAŞARKEN ANADOLU'NUN İÇLER ACISI HALİ. ASKERİ DOKTOR OLAN RAHMETLİ BABAMDAN DA DİNLERDİN, VEREME,SITMAYA, FRENGİYE, SARI HUMMAYA, TİFO VE DİFTERİYE, ÇİÇEK VS. KARŞI TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN VERDİĞİ AMANSIZ SAVAŞI VE BAŞARILARINI. EMEĞİ GEÇENLERİN RUHLARI ŞAD OLSUN. NURLAR İÇİNDE YATSIN. 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ YALINIZ İSTİKLAL SAVAŞI İLE VAR OLMADI. SONRASI ÇOK DAHA BÜYÜK BİR SAVAŞTI. ONUDA BAŞARDI. 

BUNU KABUL ETMEYENLERİN GÖZLERİNE DURSUN YAPILANLAR.


Ahmet Haşim'in 1919 Anadolu'sunun İçler Acısı Halini Anlattığı Mektubu
Ahmet Haşim'in 3 Eylül 1919 tarihinde dönemin Manisa milletvekili Refik Şevket Beye gönderdiği mektubunu Sözlük yazarı ''billions and billions'' paylaşmış.
her Türk vatandaşının defalarca okuması gerektiğini düşünüyorum.
“sevgili refik,
ihtimal sana fazla yazıyorum. fakat ben bundan memnunum. bulunduğum noktalardan sana doğru uçurduğum bu mektuplarla pervaz-ı evraktan oluşmuş ve bütün mesafeler boyunca sürekli maddi ve manevi bir bağ ile kendimi sana bağlı tutmak istiyorum. iletişimimizin bu gidişatı seni bunaltıyor mu? geçen mektubumu Niğde’den yazmış ve o mektubu gönderdikten sonra sancağın bütün kazalarını teftişe çıkmıştım. yirmi gün süren ve nice bağ ve bahçe safhalarına rağmen ruhumda hiçbir hakikî lezzetin hatırasını bırakmayan bu devrenin sonunda bu ikinci mektubu gene Niğde’den yazıyorum. gördüğüm Anadolu hakkında bilmem sana ne yazayım?
öncelikle bu bölgede kimler yaşıyor? görülen harabelerin yapıcısı hangi cins yaratıktır? bunu, köy ve kasaba diye gördüğümüz renksiz harabe yığınlarına bakıp anlamak asla mümkün olmamıştır. Anadolu köylüsünü sınıflandırmada karıncalar cinsine ithal etmeli fikrindeyim. gündüz ağaçsızlıktan dolayı müthiş bir güneş altında yanan ve gece en güzel yıldızlar altında bütün böceklerinin sonsuz sesleriyle uzanıp giden bu araziden herhangi saat geçilmiş olsa yalnız yiyeceğini tedarikle meşgul, “gıda” sabit fikirliliğiyle sersemleşmiş, neşesiz ve yorgun bir insaniyetin zor çalışma şartlarına tesadüf olunur. sanki cehennemî bir fırın karşısından yeni ayrılmış gibi yüzleri kıpkırmızı, dudakları çatlak, elleri kuruyup siyahlaşan bütün bu insanlar ya gıda maddesini biçmekle, ya onu taşımakla, ya onu savurmakla ve yahut onu metharlarına doğru çekip götürmekle meşgul görünür. tıpkı karıncalar gibi, tıpkı karıncalar gibi fakat boğazlarının kârına olarak aklın bütün maharetlerini ret ve iptal eden bu adamların boğazı da memnun etmekten pek uzak bulundukları, en zenginlerinin evinde geçirilen bir gecenin sabahında, nefis bir yemek diye sofraya getirilen suyla pişmiş uğursuz bir fasulyanın barsaklarda sebep olduğu gazlar ve ıstıraplar ile uyanılıp da anlaşıldığı zaman, bu akılsız kardeşlerin maksatsız hayatına, boşa giden üstün gayretle çalışmalarına karşı derin bir elem duymamak mümkün değildir.
Refik; Ankara’da, Almanya imparatorunun Anadolu hastalıklarını tetkik etmek üzere gönderdiği bir tıp heyetinin bazı büyük rütbeli ileri gelenleriyle görüştüm. bunlar, bir seneden beri her gelen hastayı ücretsiz muayene etmek ve mümkün olduğu kadar incelemelerini sıhhatli kişiler üzerinde (mektep talebesi gibi) yapmak suretiyle şunu anlamışlardır ki, Anadolu Türklerinin karınları kurtlarla yüklü ve kanları bu kurtların salgıladığı parazitlerle dolu bulunuyor. cinsi, yakın bir yok olma ile tehdit eden bu hâlin sebebi neymiş bilir misin? beslenme eksikliği.
Her ne kadar garip görünse de Anadolu Türkleri henüz ekmek yapımından bile habersizdirler. yedikleri mayasız bir yufkadır ki, ne olduğunu yiyenlerin midesine bir sormalı. istisnasız nakil araçları kağnıdır. ellerinde esir olan öküzler ve bu türden hayvanlar için en zalim düşüncelerin bile icâdından aciz kalabileceği -bununla beraber ağır, dar ve maksada gayr-ı salih bu âlet- hiç şüphe yok ki, taş devri keşfi ve aletlerindendir. kağnı bir araba değil, fakat, hayvana yapışıp onun hayat unsurlarına hortumunu sokan ve bu suretle kanını ve canını çeken bir canavardır. uzaktan görüldüğü zaman heyet-i umumiyesiyle bir arabadan ziyade büyük ve korkunç bir karafatma hissini veren tarihe aşina bir göz için üzerindeki uzun değneği ve ayakta duran arabacısıyla dara ve Keyhüsrev devirlerine ait taşlar üstünde çizilmiş ilkel arabaları hatırlatan bu kağnıların boyunduruğu altında masum hayvanların çektiği azabı gördükçe, onu sevk eden sakin köylünün insanlar gibi bir ruhu olup olmadığından şüphe ettim.
Anadoluluların becerikliliği ancak öküz tezeğini kullanmakta ve onu kullanılmaya uygun bir hâle sokmak için buldukları çarelerin çeşitliliğinde görülür. Tezeğin bu adamlar nezdinde ki kıymeti hayret vericidir. Sürüler meraya çıkarken ve yahut akşam şehre girerken kadın ve çocuk, gözleri nurlu bir noktaya cezp edilmiş gibi, öküz kıçlarından bir saniye dikkatlerini ayırmayarak ve yüzlerce rakipten geri kalmak korkusuyla seri adamlarla koşarak, öküz götünden düşen en ufak bok parçasını toplamak üzere dirseklerine kadar bulaşık elleri ve hırstan göz bebekleri fırlamış gözleriyle yere kapanırlar. bu boklar toplanır, sepetlere doldurulur, evlere cem ettirilir ve nihayet bir altın mayası yoğurur gibi, altın gerdanlıklı genç kadınlar beyaz kollarıyla onu yoğururlar ve muntazam yuvarlaklar hâline koyup kurumak üzere duvara yapıştırırlar. Anadolu’nun duvarları bu öküz pislikleriyle sıvalıdır. bütün havalarında o hoş koku solunur. yemekleri, sütleri, ekmekleri hep tezek dumanının kokusuyla ele alınmaz bir hâldedir. Eski Mısırlılardan ziyade Anadolular apis öküzüne hürmet etmeliydi. öküz, burada hayatının genelinin zenbereğidir.
Evlerine gelince, onlar da öyle: duvarlar yontulmamış alelade taşların, çalı çırpının, leylek yuvasında olduğu gibi, gelişigüzel dizilmesinden hasıl olmuştur. Baca nedir, bilir misin? dibi kırık bir testi. Kızılırmak civarında, büsbütün ev inşasından da feragat ederek, toprağın maddesel özelliğinden yararlanarak dağları oymakla vücuda getirdikleri mağaralar içinde kuşlar gibi yaşarlar. Nevşehir’den yarım saat beride güvercinlik adında kovuklardan oluşan bir köy vardır ki, hakikaten ancak bir güvercinlik olmaya yakışan bir köydür. Anadolu, külliyen temizlikten mahrumdur. Sakallı Celâl’in dediği gibi en nefis bir icatları olan yoğurt bile pislik mahsulünden başka bir şey değildir. kaynamış süte kirli bir demir parçası yahut eski bir gümüş para atılsa sütün derhal yoğurda dönüşeceğini sen de bilirsin.
Anadolu, hemen bir uçtan bir uca firengilidir. Anadoluların güzelliği de bozulmuştur. bir köy, bir kasaba veya bir şehrin kalabalığına bakılsa, şehrin kalabalığında o kadar topal, topalların o kadar çeşitlisi, o kadar cüce, kambur, kör ve çolak görülür ki, insan kendini eşyanın şeklini bozan dışbükey bir camla etrafa bakıyorum zanneder. Bununla birlikte güzel oldukları zaman da güzelliklerinin emsalsiz olduğunu itiraf etmeli. Siyah, derin ve titretici gözlerle insana bakan şalvarlı, düzgün ölçülü Anadolu kadınları; sizleri nasıl unutacağım? gençleri, insanın bazen en mükemmel bir örneğini temsil ederler. fakat, bunlar, Nadirlerdendir., 
Refik. Anadolular hakkında sana daha çok yazacak şeyler varsa da mektuba gülünç bir makale süsü vermemek için bu konuyu burada kesiyorum. Anadolu seyahati artık benim için nihayet buluyor demektir. bundan da üzgün değilim. … Niğde teftişi son bulmuştur. iâşe heyet-i teftişiyesine girdiğim günden beri kazandırmış olduğum tutar iki bin liraya varmıştır. Benim zararım ise pek çoktur. öncelikle sağlığım bozuldu. hayli keçi eti yedim. Bir çok da gereksiz masraflar ettim ve rahatımdan da bir çok şey kaybettikten sonra yerimden de oldum. yakında, belki, üç gün sonra İstanbul’a gidiyorum.''
ahmet haşim, 3 eylül 1919
kaynak: güzel yazılar-mektuplar—türk dil kurumu yayınları(s.67–72) - o. karaveli, sakallı celâl, 5. baskı, 2004, pergamon yayınları, s. 45-46.

20 Temmuz 2020 Pazartesi

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası bir kaç yaban hayvanından gelecek üç beş kuruşa muhtaç mı kaldı. Öyleyse Doğa sevenler seve seve o parayı ödeyerek bu hayvanları kurtarabilir.
AVLAMA SATIN AL DOĞAYA SAL.
Her gün sözde etkili bir ses ile " ihtiyaç halinde ki her işletmenin, her vatandaşın yanında Türkiye Cumhuriyeti Merkez bankası yanında" derken Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası zavallı ve tüm dünyada koruma altına alınan yaban hayvanları için ihale açıyor ve ısrarla sanki en önemli i bir iş gibi üzerine düşüyor. Bu yaban hayvanlarını Türkiye'nin her yerinde yabana kazandırmaya çalışması gereken Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise bunlara harp açıyor. Sokakta ki çocuğun bile tahmin edebileceği gibi bu ihale bu yaban hayvanlarının soyu tükeninceye kadar devam edecektir.
Eminim bu ihale için çaba harcayan siyasiler bu av partisinde ilk sıraları alacaktır. Bu katliamı gerçekleştireceklerdir.

HAYDİ GREEN PEACE, DOĞA SEVERLER, HAYVAN SEVERLER, ŞİDDETE KARŞI OLANLAR, İÇİNDE YARADANIN YARATTIĞINA KIRINTI KADAR SEVGİ DUYANLAR. ÖDEYELİM O İHALE BEDELİNİ DE ÇOCUKLARIMIZ DOĞAL ORTAMINDA YABAN HAYVANLARINI BİR MÜDDET DAHA İZLEYEBİLSİNLER.

22 Mart 2020 Pazar

COVİT 19 beraberinde kendisinden çok daha tehlikeli bir salgını da beraberinde getiriyor. Covit 19 için tedbir kapsamında oldu bittiğe getirilerek bir torba yasa hazırlanıyor. Sanki ceza evleri Covi19 için en korunaklı yerler değilmiş gibi oradan suçluluları yine masum insanların arasına salmaya çalışıyorlar.
Covit 19 görünmeyen bize zarar veren bir virüs iken beraberinde getirdiği, görünen ve toplumun önünde dolandıran, döven, soyan, öldüren, yarım kalmış hesaplarını tamamlamak peşinde olan, terörist, çete mensupları zorba insanları tekrar içimize salmaktır. Kısa zamanda onlar tekrar ceza evlerine girecek ve bizler zarar görenler, hayatlarımızı kaybedenler olacağız. Bu her af sonrası tekrar eden bir süreçtir. Kader mahkumları dedikleri bu insanların zarar verdiği, tecavüz ettiği, çocuk yaşında ki kızları zorla kaçıran, hırsızlık yaparak, alın teri ile zar zor kazandıklarını çalıp kaçanlar mı, şiddetten kaçan kadınları öldürenler dövenler mi, yolsuzluklarla çoluk çocuğun rızkını gasp edenler mi yoksa bunların mağdurları mıdır?
Bir zihniyet kız çocuklarını zorla kaçıran, tecavüz edenleri haklı görebilir. Kadınların işkence görmesini onların fıtratı olarak görebilir ki o zihniyet kadına ve çocuklara bakış açılarını alenen müdafaa edenlerdir.
Türk milleti bilir ki Covit 19 salgını ile adı şartlı tahliye olan af ile bir ilgisi yoktur. Bu bir zihniyetin fırsattan istifadesidir.