Bu Blogda Ara

29 Mart 2017 Çarşamba

ATATÜRK, KENDİ PARASIYLA İRAN'DAN NEDEN TOPRAK SATIN ALDI

İleri görüşlülüğü ile her zaman dikkat çeken Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün pek bilinmeyen bir özelliği de bulunuyor. O da zekası sayesinde Türkiye ile Türk Cumhuriyetlerinin bağlantısının olabilmesini sağlamasıydı.
Nahçivan, Azerbaycan'a bağlı özerk bir bölge, fakat ülkeyle fiziki bağlantısı olmayıp türk devletleri arasında Türkiye ile kara sınırı bulunan tek toprak parçasıdır. Peki neden hala Azerbaycan'a bağlı özerk bir bölgedir biliyor musunuz? Tamamen Atatürk sayesinde.

Türkiye'nin en kısa kara sınırı olan komşusu, Nahçivan Özerk Bölgesi. Ermenistan ile İran arasında sıkışmış bu bölge Iğdır ile komşu. Toplam “kara sınırı uzunluğu ise 12-13 km” civarında. Çok kişinin bilmediği bir husus var. O da Türk dünyasına açılan tek kapı olan Nahçivan sınırının zamanında Mustafa Kemal Atatürk tarafından “bizzat kendi parasıyla” İran'dan satın aldığı topraklardan oluştuğu. Bu topraklar şu an bize ait ve Nahçivan sınırımızı oluşturuyor.
Atatürk bir kez daha dehasını ve ileri görüşlülüğünü ortaya koymuş ve bu bölgeden toprak satın alarak hali hazırda Türk dünyası ile doğrudan sınırımızın olmasını sağlamıştı.
Dönemi şartlarına göre ve ileri görüşlülüğü ile değerlendiren Atatürk, bölgenin yukarısında Sovyet Rusya ve Ermeniler, aşağısında ise İran ile olası bir durumda ilişkiler bozulursa Türk devletleri ve Orta Asya ile bağlantımızın olabilmesi için, devlet hazinesini kullanmadan, kendi cebinden o toprak parçasını alıp Türkiye Cumhuriyeti'ne katmıştır.
90'lerin başında Sovyet Rusya'nın dağılma sürecine girmesiyle birlikte Ermeni birlikleri, Ruslardan temin ettikleri silahlarla Nahçivan'a saldırırak bölgeyi ele geçirip, insanları esir etmeye çalışmıştı. Fakat Nahçivan'ın düşme ihtimalini gören dönemin Türk hükümeti sınır kapısından Nahçivana silah ile ilaç yardımı yaparak bölgeyi korumuş ve Sovyet Rusya'nın dağılması sonrasında özerk bir bölge olarak bağımsızlığını ilan etmesinde büyük katkı sağlamıştır.
Mustafa Kemal, sadece kendi ülkesini değil ileri görüşlülüğü, zekası sayesinde başka ülkedeki insanların da hayatını ve geleceğini yıllar sonra dahi kurtarmayı başarmıştı.


11 Mart 2017 Cumartesi

http://nacikaptan.com/wp-content/uploads/2017/02/H%C4%B0TLER6.jpg IRKÇILIK & FAŞİZM DOSYASI : HİTLER FAŞİZMİ NASIL GERÇEKLEŞTİ ???

http://nacikaptan.com/wp-content/uploads/2017/02/H%C4%B0TLER6.jpg

http://nacikaptan.com/wp-content/uploads/2017/02/H%C4%B0TLER.jpg
SELAMİ İNCE
23.12.2012
Meclis Hitlere diktatörlük yetkisini, 24 Mart 1933 tarihli oturumunda, yüzde 70i aşan ezici milletvekili çoğunluğuyla verdi. Oylamaya 81 Almanya Komünist Partisi (KPD) milletvekilinden bir teki bile katılamadı. Çünkü hepsinin milletvekilliği kısa süre önce düşürülmüş, birçoğu gözaltına alınmıştı. Sosyal Demokrat Partili (SPD) 120 milletvekilinden bir kısmı bile komünist ya da vatan haini suçlamasıyla vekillikten atılmış ya da aranır duruma düşmüştü. Sadece 94’ü meclise gelebiliyordu. Hitlerin büyük planları, büyük hedefleri vardı. Büyük hedeflere ulaşmaya çalışırken, karşısına kuvvetler ayrılığı” gibi hiçbir engelin, hiçbir formalitenin çıkmasını istemiyordu.
Mecliste Hitler yeterli çoğunluğa sahipti ama destekçileri diğer sağcı milliyetçi partiler de zaten Hitlerin ağzının içine bakıyorlardı. Hitler, yasayı çıkartmaya Meclise bizzat faşist simge olan kahverengi gömleğiyle geldi. Yasa çıkınca da memnuniyetini dile getiren konuşmayı yaptı. Hitlerin sonraki propaganda bakanı Joseph Goebbels yasanın çıktığı günkü duygularını aynı gün defterine şöyle not ediyordu: Buradaki gibi, halledilip yere çalınan bir şey bu zamana kadar görülmedi Emsalsiz bir başarı bizi bekliyor…”
Hitler, kısa sürede emsalsiz başarılar elde etti de.
YÜRÜTME DE SAF DIŞI EDİLDİ
Hitler, yasa çıkartmak dâhil bütün iktidarı üzerinde toplayan yetkiyi almasından sonra, bu Meclisi feshedip 12 Kasım 1933 tarihinde, yalnızca kendi partisi NSDAPnın tek listeyle katıldığı yeni bir genel seçim yaptı. Ayrıca seçimlerde halk Almanyanın Milletler Cemiyetinden ayrılmasını da onayladı. Hitler taa o zaman Milletler Cemiyetinin fuzuli ve ayrımcı” olduğunu anlamıştı.
Peki, Meclis böyle yetkisizleştirildi de hükümet daha mı fazla yetkiyle donatıldı? Hayır, öyle göründü ama asla böyle bir şey olmadı. Hitler bakanlara, benim bakanım bile demiyordu. Bakanları doğrudan muhatap almıyor, ya sekreteri ya da müsteşarı aracılığıyla emirlerini iletiyordu.
Rakamlarla kabinenin durumu şöyleydi: Kabine 1933 yılı Şubat/Mart ayı içinde 31 kez toplanmış. Yetkilendirme Yasası (Ermächtigungsgesetz) çıktıktan sonraki iki aylık Nisan/Mayıs döneminde ise, 16 kez toplanmış. İlk başlarda oldukça çalışkan bir kabine görüntüsü var. Ancak yılın bundan sonraki 7 ayı ve tüm 1934 yılı içinde kabinenin toplantı sayısı sadece 42de kalmış. Bunlara kaçına Hitlerin bizzat katıldığı da belli değil. Kabinenin bundan sonraki toplantısına dair bir kayıt yok. 4 yıl toplanmayan kabinenin son toplantı tarihi ise, 5 Şubat 1938. Sonra yine toplantı yok.
Böylelikle Hitler, kuvvetler ayrılığı içindeki önemli bir kuvveti daha yani yürütmeyi de saf dışı etmiş oldu. Bakanlar kurulu da işlevsiz hale gelirken, Hitler, kabine dışı odaklarla iş yapmaya ve çok sayıda “özel yetkili kişiyle çalışmaya başladı.
ADIM ADIM FAŞİZM
Bir milliyetçi partiler koalisyonu olan Hitler hükümetinde başlangıçta Hitlerden başka sadece iki faşist daha vardı: İçişleri Bakanı Wilhelm Frick ve Hitlerin verdiği özel işleri yapmakla görevli bakan Hermann Göring. Daha sonra Joseph Goebbels propaganda Bakanı oldu. Ardından diğer partilerdeki bakanların hepsi Hitlerin partisine geçti. Önce Komünist Partisi, sonra 22 Haziran 1933te de Almanya Sosyal Demokrat Parti vatan haini olduğu gerekçesiyle yasaklandı. Ardından bütün partiler yasaklandı. Hitlerle seçim işbirliği yapan parti bile yasaklandı. Hitler yasakladıkça, herkes Hitlere daha fazla takla atmaya başladı.
Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg 2 Ağustos 1933 tarihinde öldü. Hitler kendini Führer ve başbakan ilan etti. 19 Ağustos 1934te Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlığın aynı kişide toplanmasına dair halk oylaması yapıldı. Tabi ki Hitlerin istediği oldu. Aynı gün bütün önemli kurumlar tek elde, Hitlerde toplandı. Partisi, devlet oldu.
Hitlerin yaptığı her şeyi halk ve partisi coşkuyla destekledi. Komünistler götürülürken herkes sustuğu için, daha sonra hikâyeyi biliyorsunuz: Yahudiler, sosyal demokratlar, liberaller falan götürülürken sesini çıkaracak ortalıkta kimse kalmadı. İş işten geçtikten sonra herkese, zamanında Hitlere karşı çıktığını, Hitleri uyardığını anlatmaya başladı.
ÖNCE ATAMAYLA SONRA SEÇİMLE GELDİ
Almanya Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg, Adolf Hitleri, 30 Ocak 1933 tarihinde başbakan atadı. Böylelikle Almanyada hükümet,5 Mart 1933 seçiminden önce 1 Şubat 1933ten itibaren faşistlerin eline geçti. Hitlerin atanması meclisin çaresizliği sonucu oldu. Siyasal ve ekonomik krizler karşısında çaresiz kalan Almanya, Hitlerden önce 3 yılda iki hükümet değiştirdi.
Bir önceki başbakan antikomünist Franz von Papenin planına göre, Almanyada komünistler, Almanyada devrimci durum yaratacak bir genel greve gidecekler ve istikrarsızlık daha da artacaktı. Franz von Papen, Hitlerin, siyasi kriz içindeki Almanyayı erken seçime götürmesini istiyordu. Franz von Papen, erken seçimde Hitleri alt edeceğini düşünüyordu ve zaten iyice yaşlanmış olan Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburga da bütün bunu inandırmıştı. Elbette Hitler de, iktidarı alınca, bir daha bırakmayacağını biliyordu.
14 Eylül 1930 seçimlerinde yüzde 18,3 oy alan NSDAP, Mecliste sosyal demokratlardan sonra ikinci partiydi. Her açıdan kriz yıllarıydı ve Alman parlamentosu bir de bunları denemek zorunda kaldı. Faşistler, yıllardır koalisyonlarla yönetilen ülkede halkın istikrarsızlıktan,1.dünya savaşı yenilgisinden ve 1929 ekonomik krizi etkilerinden iyice bıktığını görüyordu.
Hitler, atandığı gün radyodan halka seslendi ve neler yapacaklarının ipuçlarını verdi: Alman birliği kurulup Avrupanın Alman hâkimiyetinde olması sağlanacak ve dünya komünizm belasından kurtulacak. Başta büyük sermaye olmak üzere Hitler herkesten tam destek gördü. 5 Mart 1933te ise seçilerek tekrar geldi.
ASIL SORUN KOMÜNİZM
27 Şubat 1933 tarihinde Reichstag yandı. Alman parlamentosunun yanması, Hitlerin asıl niyetinin ne olduğunu gösteren başlangıçtır. İçişleri Bakanı Wilhelm Frick, Hitlerin emriyle hemen yangın sabahı Devletin ve Halkın Korunması Kararnamesini çıkardı. Kararname öğleden sonra Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg tarafından imzalanarak yürürlüğe girdi. Kararnamenin özünü, Devleti tehdit eden komünizm şiddetine karşı savunma oluşturuyordu.
Hitler, Reichstag’ı kendi yaktırdığı net olduğu halde, suçu komünistlere yıktı ve milletvekilleri başta olmak üzere çok sayıda komünist bu kararnameye uygun tutuklandı. Rejim muhalifi bütün yayınlar yasaklandı, sendikalar kapatıldı. Seçimlere kadar komünistlere karşı tam bir cadı avının başlatıldığı Almanyada seçimden 3 gün sonra Alman Komünist Partisinden seçilmiş bütün milletvekillerinin vekilliği bu kararnameye dayandırılarak düşürüldü. Böylelikle Hitler, anayasal değişiklikler yapabileceği kadar milletvekiline, yani meclisin üçte birine sahip oldu.
 http://nacikaptan.com/wp-content/uploads/2017/02/Almanya-Parlamentosu-Reichstag.jpg

SELAMİ İNCE
28.02.2016

Reichstag yangını bugünlerde ne anlatır?

Bir hatırlatma: Alman faşizminin başlaması için Alman Parlamentosunun yakılması gerekiyordu.
Almanya Parlamentosu (Reichstag) 27 Şubat 1933 gecesi yakıldı. Hitler, azınlık hükümetindeydi. 5 Mart 1933 tarihinde genel seçim vardı ve Hitler tek başına iktidar olmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Yangın, Hitlere sadece tek başına iktidar değil sonsuz da bir güç verdi. Bu yıldönümünde yangını, yangın davasını ve sonrasını çok kısaca özetleyelim.
Berlinde olay yerinde Hollandalı 24 yaşındaki inşaat işçisi Marinus van der Lubbe yakalandı. Komünist olduğunu söyleyen Marinus, polisin söylediğine göre, kundaklama eylemini tek başına gerçekleştirdiğini anlattı.
Yangın gecesine dönelim: Reichstag yangını binanının çeşitli bölgelerinde ve aynı anda çıkmıştı. Oysa Marinus van der Lubbe, ne binayı tanıyordu ne de aynı anda birkaç yerde olabilecek yeteneğe sahip biri gibi görünmüyordu. Kaldı ki, Almanyada veya Berlinde yaşamıyor, Almanyada kimseyle bir ilişkisi de yoktu.
Hollandada ev sahibi kadın, Marinusun olayla ilgisinin ne olabileceğine dair önemli bir detay anlatmıştı. Ev sahibine göre, Marinus, Berlindeki Almanlardan oraya gelmesi için bir çağrı aldı. 12 Şubat tarihinde gelen bu çağrı post kartı Marinusa göre Alman komünistlerden geliyordu ve orada çok önemli illegal bir işi halletmesi gerekiyordu. Marinus evini terk etti ve 18 Şubatta Berline geldi. Marinus, gözü pek, atılgan, sosyalist çevrelere girip çıkan bir gençti ve Hollanda komünist çevrelere girer çıkardı.
Bu post kartını kimler yazmıştı? Bunlar Alman komünistler miydi? Hayır, bununla ilgili hiç bir bilgi yok. Ancak, Marinus, görüştüğü insanların Komünistler olduğuna inanıyor ve komünist mücadele uğruna Reichstag’ı yakmaya karar veriyor. Ya da Alman polisine bunları anlattığı söyleniyor. Ancak, kendisi bir köşede yangın çıkarırken, başka kişilerin de oralarda olduğundan ve bu kişilerin işlerini garantiye almak için binanın diğer bölgelerini ateşe verdiğinden haberi yok.
Eylemci sanık olarak aynı gece gözaltına alınan Alman Komünist Partisi (KPD) Berlin Meclis Grup Başkanı Ernst Torgler ve yine gözaltına alınan Bulgar Komünistler Georgi Dimitrow, Blagoi Popow ve Wassil Tanewi tanımıyor bile.
Faşizm uyumaz
Olay gecesine bakıldığında büyük faşistlerin hazırlıklı ıolduğu görülüyor. Adolf Hitler, Joseph Goebbels, Hermann Göring ve Wilhelm Frick gibi faşist büyükler yangın yerine gelmekte ve orayı miting alanına çevirmede gecikmedi. Hitler o akşam suçluyu tespit etti: Uluslararası komünizm, Alman birliğine ve dirliğine karşı kokteyl bir örgütle saldırmıştı!

Hitler şöyle devam etti:
Artık acıma yok. Kim yolumuza çıkarsa, kafasını keseceğiz. Alman halkı artık merhamet göstermeye tahammül göstermez. Her komünist eylemci nerde görülürse vurulacak. Komünist milletvekilleri daha bu gece asılmalı. Bu ülkede komünizmle ilgili ne varsa, dümdüz edilecektir. Reichstag yangını içinde olan sosyal demokratlara da artık acıma yok. Faşist Göring de bir çift laf etti: Bu komünist isyanının başlamasıdır, devam edecekler. Bir dakika bile gecikemeyiz…“
Göring doğru söylüyordu. Bir gün bile beklemediler ve sabah Cumhurbaşkanı adına Alman Halkının ve Devletinin Korunmasına Yönelik Reichstag Yangını Kararnamesi çıkarıldı. (Die Verordnung des Reichspräsidenten zum Schutz von Volk und Staat Reichstagsbrandverordnung.) Bu kararnameyle birlikte, yürürlükteki Weimer Anayasası kaldırıldı, Almanya pratikte demokrasinin ve insan haklarının bütün kurallarını askıya almış oldu. Polise sebep göstermeksizin gözaltına alma ve yargıya da sanığı hukuki yardımdan muaf tutma hakkı verildi. Reichstag yangını faşizme geçisin en önemli adımı oldu. Toplama kamplarının ilk nüveleri burada atıldı çünkü kısa sürede 100 bin Alman Komünist Partisi üyesi ve sosyal demokrat tutuklandı.
Aydınlar da gözaltında
Hitlerin partisi NSDAP, komünistlerin ve sosyal demokratların isyan başlattığını iddia ederek bu iki partiye karşı cadı avına girişti. Berlindeki bütün komünistler evlerinden alındı, bütün KDP milletvekilleri tutuklandı. Parti seçim çalışması yapamaz hale geldi. Marinus van der Lubbeden sosyal demokratlarla da ilişkisi olduğuna dair ifade aldılar. Bunun üzerine seçimden önce partiye yakın medya tümden kapatıldı, partinin 14 gün afiş asması yasaklandı. (Elbette beklenildiği gibi NSDAP tek başına iktidar oldu.)
Daha 28 Şubat günü Almanyanın dünya çapındaki entelektüelleri, gazeteci ve yazarları da tutuklandı. Tutuklanan bazı isimler şunlar:
Alfred Apfel, Fritz Ausländer, Rudolf Bernstein, Felix Halle, Max Hodann, Wilhelm Kasper, Egon Erwin Kisch, Hans Litten, Erich Mühsam, Carl von Ossietzky, Wilhelm Pieck, Ludwig Renn, Ernst Schneller,Werner Scholem ve Walter Stoecker. Bir kaç gün sonra da Komünist Parti Genel Sekreteri Ernst Thälmann tutuklandı. Daha sonra Bulgaristan Başbakanı olan komünist teorisyen Georgi Dimitrow da davanın tutuklu sanığı idi.
Marinus van der Lubbenin yargılanmasına 21 Eylül 1933te başlandı. Daha önce enerjik ve kabına sığmayan bir genç olan Marinusun adeta yerlerde süründüğü görüldü. Marinusun bromla zehirlendiği, hipnotize edildiği veya uyuşturucu verildiği gibi tartışmalar yapıldı. Yargılama boyunca Marinus sorulara evet ya da hayır dışında bir cevap veremedi, cümle kuracak gücü olmadı. Dava bitti, Marinus 10 Ocak 1934 tarihinde idam edildi. Tüm yargılama süreci boyunca Dimitrowun yaptığı savunma ise, bütün bu sürecin faşistlerce planlandığını kanıtlar nitelikte. Bundan sonra da zaten faşist baskı Dimitrowun söylediklerine uygun sürdü. Yeryüzü kana boyandı.
Yaptıranlar da yargılayanlar da aynı
Marinus van der Lubbe, Reichstag’ı yaktığını kabul etse de, kundaklamayı kimin yaptırdığı aydınlığa kavuşmadı. Çünkü, Alman sol çevrelerde ve uluslararası kamuoyunda Marinusa kundaklamayı yaptıranların aynı zamanda Marinusu yargılayanlar olduğu imajı hiç silinmedi.
Yıllar sonra Marinusun kardeşi Jan van der Lubbe, kardeşinin yeniden yargılanması için mahkemeye başvurdu. 1980 yılında Berlin Mahkemesi faşist dönemdeki yargılamaların tümünün zaten hukuk dışılığına hükmedildiğini hatırlattı ve ayrıca Marinusun beraatine karar verdi. Alman Komünist Partisi olayı araştıran komite kurdu ve partiden kimsenin Marinus ile bir ilişkisinin olmadığını saptadı. Ayrıca, Marinusun akli dengesinin bu suçu işlemeye uygun olup olmadığına dair o zaman hazırlanan doktor raporu hala kayıp. Yangını başlattığına dair ilk ifadesi dışında kanıtlar da yok.
Hollandada bir çok meydana Marinus van der Lubbe adı verildi. 27 Şubat 2008de olaydan 75 yıl sonra Hollandada yaşadığı şehir Leidene heykeli dikildi ve adı verilen bir sitenin duvarına fotoğrafı afiş olarak asıldı.
Naci Kaptan
http://nacikaptan.com/wp-content/uploads/2017/02/hitler2.jpg